RAKAMSAL VERİLER, BU GÜN YAŞADIĞIMIZ HAYATLARA TAT VEREMİYOR?
NEVZAT AKSOY
– RAKAMSAL VERİLER, BU GÜN YAŞADIĞIMIZ HAYATLARA TAT VEREMİYOR?
Değerli okuyucularımız, herkese dua ve selamla yazıma başlıyorum. 84 milyon nüfuslu ülkemizde, yaklaşık yüzde 42 oranla asgari ücretle istihdam edilen emekçilerimizin yaşadığı sorunları göz önünde bulundurduğumuzda, ne kadar kan kaybettiğimiz ve bunun yaşamlarımıza, geleceğimize etkisi oldukça belirgindir. Türkiye’nin son dört yılına baktığımızda, rakamsal verilerin hem milletçe cebimizden, hem de devlet olarak nasıl bir erimenin eşiğine geldiğimizin hala şaşkınlığını üzerimizde atmış değiliz.
Yıl 2022’de asgari ücret 4.253 lira, 2023’te 11.402 lira, 2024 yılında ise 17.000 lira olarak belirlenmiştir. İşçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu, her ne kadar sözde bir artış yaptıklarını dile getirseler bile, yüksek enflasyon paranın alım gücünü azaltmakta ve fiyat değişimlerini durdurmak konusunda insanlarımızı tatmin edecek bir orana sahip değiliz. Örneğin, Türkiye’de 2014- 2015’li yıllarda 80-100 bin TL ile bir ev alınabilirken, bugün bu para ile bir kilogram kıyma bile alınamamaktadır. Bu durum, enflasyonun alım gücünü zaman içinde ne denli azalttığının net bir göstergesidir.
Böylelikle artış yüzde 50,54 oldu. Öte yandan, asgari ücrette gelir ve damga vergisi de kaldırıldı. Ancak ne kadar da rakamsal bir oranla yüzde 50’ye tekabül eden bir artış olsa da, ekonomik buhran, yüksek enflasyon ve durmayan döviz kurlarının sebep olduğu sorunlar emekçilerimizin sevincine gölge düşürdü. Paramız, hızlı bir tırmanışa geçen enflasyon ve durdurulamayan bir döviz kuru karşısında her gün değer kaybediyor. Alım gücümüz oldukça düştü; ilerideki belirsizlik ve karamsar tablo, umut ve psikolojik hayatlarımızı da etkiliyor. Ekonomik darboğazdan iki yakamızın bir araya gelmediği bir dönemin en talihsiz anlarını yaşıyoruz.
Devlet ve millet olarak bugün hiç hak etmediğimiz bu ağır ekonomik piyasa şartlarında savrulmamızı acaba kime borçluyuz? Yaşadığımız bu olumsuz ekonomik ve sosyal çalkantının baş mimarları kim? Bu sorulara cevap aradığımızda sorun ve sıkıntıların bu ülkenin yönetim dümenini elinde bulunduran iktidarın acemi, ülkeye ve ekonomiye hakim olmayan bir anlayışının eseri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Olaylara gerçekçi bir gözle bakar ve sorgularsak, sorunlarımızın üstünü örtmekten kurtulup gerçeklerle yüzleşebiliriz. Türkiye’de ekonomik çöküş nasıl başladı?
Özellikle 2019 ve 2020’de döviz rezervleri, TL’nin düşüşünü önlemek amacıyla hızlı bir şekilde tüketildi. Ekonomi yönetiminin rekabetçi kur politikası gibi bir amacı olsaydı, rezervler bu şekilde eritilmezdi.
Bir yanda her geçen gün değersizleşen Türk Lirası, diğer yanda yüksek döviz kurları ve gerçeği yansıtmayan enflasyon ile yüksek işsizlik. Tüm bu tanımlamalar, ağır ekonomik krizi gösteriyor. Özellikle Eylül’de Merkez Bankası’nın faiz indirimiyle başlayan süreçte TL, bugüne kadar yüzde 55’ten fazla değer kaybetti. Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, Tansu Çiller’den sonraki en büyük devalüasyona imza attı. İnsanların alım gücü düştü; geçimlerini sağlamak zorlaştı. Temel yaşam ürünlerine bile erişim imkansız hale geldi.
Muhalefet partileri ve halk erken seçim isterken, iktidardaki AKP ile ortağı MHP, bugüne kadar hep erken seçimin karşısında durdu. İktidarın her söylemi krizin ateşini daha da körükledi.
Krizin nereye kadar gideceği, nerede duracağı bilinmiyor. Bilinen tek şey, bu günlere nasıl gelindiği ve yürütülen politikaların ne sonuçlar doğurduğudur. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi, ülkede yanlış bir kulvarda yönetim mekanizmasını elinde bulunduran bir iktidarın ısrarla başarısızlığını sürdürmesi de yanlıştır. Bu duruma kanmamak ve ülkemizde kan kaybını durdurmak bizlerin boynunun borcu olmuştur. Ülkeye ve millete zarar veren bu iktidara dur demek, vazgeçilmez bir zorunluluktur.
Saygı ve sevgilerimle.